Hüseyin Nihal Atsız ( 12 Ocak 1905 - 11 Aralık 1975 )
11 Aralık 1975 Perşembe Günü ani bir kalp krizi ile ebediyete intikal eden
Hüseyin Nihal Atsız , 12 Ocak 1905 ( 12 Kânun-i sâni 1905 ) tarihinde
İstanbul`da doğmuştur.
Atsız Bey`in babası Gümüşhane`nin Torul/Dorul kazasının Midi köyünün
Çiftçi-oğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi
Trabzon`un Kadı-oğullaı ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey`in kızı Fatma
Zehra Hanım`dır.
Atsız Bey`in ailesi, Gümüşhane`nin Torul/Dorul kazasının Midi köyünde
Çiftçi-oğulları adı ile bilinmektedir. Çiftçi-oğulları, Midi Köyünde 18. asrın
sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göçmüşlerdir.
Çiftçi-oğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı
tahmin edilen Ahmed Ağa`dır. Ahmet Ağa`nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir
adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa`nın çocukları Midi`den, Yozgat`ın Akdağ
Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa`nın evladı olup olmadığı
bilinmemektedir.
Ahmet Ağa`nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894 ) ışe 1850-1852
şıralarında Deniz eri olarak Istanbul`a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker
ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı
Donanması (Dönanma-yı Hümayün) 'da kalmış ve makina önyüzbaşlığına ( çarkçı (
-Makine) Kölağalığı )'na terfi etmiştir.
Hüseyin Ağa`nın eşi Emine Hayriye Hanım`dır. Iki çocukları olmuştur. Nevber
Hanım ile Mehmet Nail Bey ( 1877- 1944 ). Mehmet Nail Bey de Osmanlı
Donanması`na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı`ndan emekli
olmuştur.
Mehmet Nail Bey`ın ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra
Hanım ( 1884 - 1930 )'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı ( Bahrıye Kaymakamı)
Osman Fevzi Bey ile Tevfıka Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon`lu ölüp
ailesi Kadı-oğulları namı ile marüfdür.
Mehmet Nail Bey`ın ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905`de Hüseyin
Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet (Sancar) ve Aralık 1912`de Fatma
Nezıhe (Çiftçioğlu).
1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey,
1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra`dır. İkinci
eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey
ikinci eşiyle geçinememış ve iki yıl sonra ayrılmıştır.
İlk ve Ortaöğreniminı Kadıköy`dekı Fransız ve Alman okullarında (1911),
babası Mehmed Nail Bey`ın Kızıldeniz`dekı görevinden ötürü Süveyş`de bir Fransız
İlkokulu`nda birkaç ay (1911), Kasımpaşa`dakı Cezayirli Gazi Haşan Paşa İlk
Mektebi, Haydarpaşa`dakı Hususi Osman İttihad İlk Mektebi Kadıköy Sultanisi ve
İstanbul Sultanisi'nde yapmıştır.
İlkokula 6 yaşında iken, Kadıköy`dekı Fransız okulunda, Latin harfli öğretim
ile başlayan Atsız`a göre Bu okulda dersten çok oyun ve şarkı vardı. Buna
rağmen, dil bilmeyip derdini anlatamaması yüzünden Bu okulda çok sıkılmakta idi.
bir gün, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğu
Atsız'ın kafaşını duvara vurmuş ve Atsız'ın yarılan kafauından kanlar akmauı
üzerine de, bağıra çağıra suçünu İstavri adlı bir başka Rum çocuğunun üzerine
atmış, bünün üzerine İstavri, derste iki dizi üzerine çöktürülüp, dizlerinin
altına da, daha çok acı çeksin dıye, bir cetvel konarak, ders sonuna kadar
cezalandırılmıştır. Bu haksızlık küçük Atsız`ın çocuk ruhunda fırtınalar
yaratmış ve Atsız "şu mektep yansa da kurtulsam" diye içinden bedduada
bulunmuştur. bir müddet sonra bir gece, tesadüfen çıkan bir yangında Fransız
Mektebi yanınca Küçük Atsız istemediği Bu mektepten kurtulmuş, fakat Bu sefer de
Latin harfleri ile öğretim yapan başka bir okula, Alman Mektebi`ne verilmiştir.
Bir müddet sonra, Kızıldenız`de bulunan Malatya Gambotunun süvarisi olan
babası Mehmed Nail Bey`in yanına giden Atsız, Türk-İtalyan şavaşının çıkması
üzerine Mehmed Nail Bey`ın Osmanlı Bahriye Nezareti`nde Süveyş`e sığınması
emrini alması ile, Süveyş sokaklarında İtalyan çocukları ile döğüşmesi, Atsız`ın
milliyetçi mücadelesinin ilk örneklerindendir.
Babasının İstanbul'a dönme emrini alması ile İstanbul`a gelen Atsız,
Kasımpaşa`dakı Cezayirli Gazi Hasan Paşa mektebine kaydolmuş ve Arap harfleri
ile öğrenime başlamıştır. Ailesinin Kasımpaşa`dan Kadıköy`e taşınması ile Hususi
Osmanlı İttihad Mektebı`nde öğrenimine devam eden Atsız, babasının önyüzbaşı (
Kölağaşı ) olarak Birinci Cıhan Harbi`ne gitmesi yüzünden Hususi Osmanlı İttihad
Mektebi`nden Kadıköy Sultanisi`nın rüştıye ( ortaokul ) kısmında öğrenimine
devam etmiştir. Buradan da İstanbul Sultanisi`ne geçen Atsız, 1922 tarihinde
lise öğrenimini tamamlamıştır.
1922 yılında imtihanla Askeri Tıbbıye`ye girmiştir.
O yıllarda Tıbbıye`de kömünistlik ve bir takim azınlık milliyetçiliği güden
öğrenciler vardı. Bu öğrenciler ile Türk öğrenciler arasında sık sık tartışmalar
olur, Bu tartışmalar arasıra da yumruk kavgasına dönerdi. Bu kavgaların içinde
Atsız da ölürdü. Bu yüzden birçok defa disiplin ve hapis cezası almıştır. Zıya
Gökalp`in cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı, Türk öğrenciler ile diğer
öğrenciler arasında çıkan bir kavga sonuçunda, Atsız`a gayet ağır bir ceza
verilmiştir. Bu ceza, öğrenciliği sırasında işleyeceğı herhangibir suç
neticesinde Atsız`ın Askeri Tıbbıye`den çıkarılacağıdır.
Atsız, Askeri Tıbbıye`nın 3. sınıfında iken, Arap asıllı olduğu için Bağdatlı
Mesud Süreyya Efendi adlı bir mülazım (Teğmen`ın) kasdi bir şekilde lüzumsuz bir
yerde istediği selamı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde Askerı Tıbbıye`den
çıkarılmıştır.
Bu hadiseden sonra üç ay Kabataş Lısesi`nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız,
daha sonraları Deniz Yolları`nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda katip muavini
olarak vazife görmüş ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer
yapmıştır.
1926 yılında İstanbul Darülfününü'nün Edebiyat Fakültesi`nin Edebiyat
Bölümü`ne ve İstanbul Darülfününü`nün yatılı kısmı olan Yüksek Müallim
Mektebı`ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil ısteği kabul
edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak (28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927)
İstanbul`da Taşkışla`da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı "Anadolu`da Türklere ait
yer isimleri" adlı makalelerinin Türkiyat Mecmuası`nın ikinci cildinde
yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülü`nün dikkatini çeken Atsız, 1930
yılında Edirneli Nazmı`nın divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmış ( Divan-ı
Türk-ı Basit, Gramer ve Lügatı, 1930, 111 s. Türkıyat Enstıtüsü Mezuniyet Tezi,
nu. 82) ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi`nden mezun olmuştur. Atsız`ın sınıf
arkadaşları arasında Tahsin Banguoglu, Ziya Karamuk, Orhan Şaik Gökyay, Pertev
Naili Boratav, Nihad Şami Banarlı gibi isimleri sayabiliriz.
Mezuniyetini müteakıp Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuat
Köprülü, Maarif Vekaleti nezdinde Atsız için tavussutta bulunarak, Yüksek
Öğretmen Okulu`nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8
yıllık mecbüri hizmetini affettirmiş ve Atsız`ı kendisine asistan almıştır. ( 25
Ocak 1931 )
Atsız, 15 Mayıs 1931`den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua`yı (toplam
17 sayı) çıkarmıştır. M. Fuad Köprülü, Zeki V. Togan, Abdülkadir İnan gibi
edebiyat ve tarih bilginlerinin de dahil bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına
atılan bu "Türkçü ve Köycü" dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok
tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, adeta Cumhuriyet devri Türkçülüğü`nün
öncüsü olmuştur. Atsız, kendisini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihal)
imzası ile, hikayelerini de (Y.D.) imzası ile, bu dergıde neşre başlamıştır.
1931 yılında Darülfünün`ün Felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare
Hanım ile evlenmiştir ( Ocak 1931). Ocak 1933`den itibaren eşi ile ayrı yaşayan
Atsız, 1935 yılında Mehpare Hanım`dan ayrılmıştır.
1932 Temmuz`unda Ankara`da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında,
ilmi olmayan bir tarih tezine karşı çıkan Prof. Dr. Zekı Velidi Togan`a Dr.
Reşid Galip`in yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye
(Atsız) `ında bulunduğu sekiz arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib`e "Zekı Velidi`nin
talebesi olmakla iftihar ederiz" diye bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf
üzerine mimlenmıştır.
İstanbul Darülfününü`nda Edebiyat Fakültesi`nın dekanı olan Prof. Dr. M. Fuad
Köprülü ile umumi Türk Tarihi profesörü Zeki Velidi Togan, Ankara`nın
inanmadıkları tarih tezini yıkmak için anlaşmışlardı. Fakat Köprülü, Zeki
Velidi`ye yapılan pek ağır tenkidi görünce, daha önce verdiği karardan caymış ve
Ankara`nın tarih tezi aleyhine hazırladığı konuşmasını yapmamış ayrıca Zeki
Velidi ve Atsız gibi muhalıf olmadığını göstermek için de asistanı olan Atsız`ı
ünıversiteden çıkaracağını vaad etmiştir. Köprülü, Atsız`a üniversiteden
atılacağını, kendisinin daha önce davranıp liselerden birinde hoca olmasını
tavsiye edince Atsız, hocası ve amiri olan Köprülü ile yaptığı şiddetli bir
münakaşadan sonra vazifesinde kalıp mücadelesine devam etmiştir. 19 Eylül
1932`de Dr. Reşid Galip Maarif Vekili olmuş ve kısa bir süre sonra da Edebiyat
Fakültesi Dekanlığı`na vekaleten bakan Ali Muzaffer Bey asaleten tayin
edilmiştir.Atsız`ı ünıversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib,
Atsız`ın Atsız Mecmua`nın 17. sayısındaki "Darülfünün`ün kara, daha doğru bir
tabirle, yüz kızartacak listesi" adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve
Edebiyat Fakültesi Dekanı kanuni hiç bir sebeb yok iken Atsız`ın üniversite
asistanlığına son vermiştir (13 Mart 1933). Ünıverşiteden çıkarılmasından birkaç
gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi Dekanı`nı Tokatlıyan`dakı bir çayda
yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız`a bu hadise için hiç bir
şekilde tepki gösterilmemiştir.
Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız (Mart 1933) Malatya Orta Okulu`na
Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir.
Malatya`da kısa bir müddet (8 Nisan 1933 - 31 Temmüz 1933) Türkçe
öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi Edebiyat öğretmenliği`ne tayin
edilmiştir.
Atsız`ın Edirne`deki Edebiyat öğretmenliği de hemen hemen dört ay kadar kısa
bir müddet devam etmiştir (11 Eylül 1933 - 28 Aralık 1933).
Edirne`de iken Atsız Mecmua`nın devamı mahiyetindekı "Aylık Türkçü Derğı"
olan Orhun (5 Kaşım 1933 - 16 Temmüz 1934, sayı 1-9 ) Dergisi`ni yayınlayan
Atsız, dergide Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı
olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde
tenkit ettiği için vekalet emrine alınmış, (28 Aralık 1933), 9. sayısında da
Orhun , Bakanlar Kurulu kararı ile, kapatılmıştır.
Dokuz ay vekalet emrinde kalan Atsız, Kasımpaşa`dakı Deniz Gedikli Hazırlama
Okulu`na Türkçe öğretmenı ölarak tayin olmuştur (9 Eylül 1934).
27 Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım (Atsız) ile evlenen
Atsız`ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde
de Buğra adlı iki oğlu olmuştur.
1 Aralık 1913 tarihinde İzmir`de doğan Bedriye Hanım`ın ailesi Raşit
Kadı-zedeler diye tanınmaktadır. Babası asker olan Bedriye Hanım`ın tesbit
edilen ecdadının hepsi ilmiye sınıfına mensup olup, Kadı`dadır.
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü`nden 1935 yılında mezun olan Bedriye
Hanım, Osman Sabit Bey`in üç kızından ikincisidir. Ablası Bedia Hanım (doğumu
1909) dört çocuk sahibidir. Edebiyat Fakültesi`nin Türk Dılı ve Edebiyatı
Bölümü`nden mezun olan (1939) küçük kardeşi merhume Behiçe Hanım ( doğumu 1915 -
ölümü 1967 ) ise Prof. Dr. Mehmet Kaplan`ın eşi idi. Behiçe ve Mehmet Kaplan`ın
çocukları olmamıştır. Behiçe Hanım babasının Birinci Cihan savaşında, Kafkas
cephesinde, vefatından sonra doğmuştur.
Atsız Bey, çok üzün müddetten beridır ayrı yaşadığı ikinci eşi Bedriye
Atsız`dan da Mart 1975 tarihinde böşanmıştır.
Atsız. Kasımpaşa`dakı Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`nda Türkçe öğretmenı
olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmüz 1938 yılında bu vazifesinden ıhraç
edilmiştir.
Atsız`ın bu okuldan ıhraç edılmesinın sebebi de yine azınlık meselesi
yüzündendir. Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`nun yönetmeliğine göre, Türk
olmuyanlar okula öğrenci olarak alınamazdı. Yenı öğrencileri imtihan eden
komisyonda üye olan Atsız, sorduğu sorularla adaylardan Türk asıllı olmuyanları
tesbit etmekte ve öğrenci olarak okula alınamayan bu adaylar yüzünden de
etrafındaki düşmanlar çoğalmakta idi. Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`nun
1937-1938 yıllarındaki müdürü Arnavut asıllı idi. Arnavut asıllı müdür, Atsız`ı
imtihan komisyonundan çıkarmış ve böylece okula Türk olmayan öğrenciler de
alınmıştır. Bu hadise üzerine Arnavut asıllı müdüre selam vermeyen Atsız,
müdürün Mıllı Savunma Bakanlığı`na yazdığı bir yazı sonucunda bu okuldakı
vazifesinden ihraç edilmiştir.
Bünün üzerine Atsız, Özel Yüce-Ülkü Lisesi`ndeki öğretmenliğine devam
etmiştir.
1937 yılından 1939 yılının Haziran`ının sonuna kadar Özel Yüce-Ülkü
Lisesi`nde Edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, 19 Mayıs 1939 - 7 Nisan 1944
tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi`nde Edebiyat
öğretmenliğinde bulunmuştur.
Atsız, Boğaziçi Lisesi`nin Türkçe öğretmeni iken Orhun (1 Ekım 1943 - 1 Nisan
1944 , sayı 10-16, toplam 7 sayı) Dergisi`ni yeniden neşre
başlamıştır.>/p>
II. Dünya savaşı sıralarında yerli komünistler faaliyetlerini fevkalade
artırdıkları halde, resmi makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak
yerine, seyirci kalmayı tercih etmekte idiler.
Atsız, ilgililerı ikaz için Orhun`un Mart 1944`de yayımlanan 15. sayısında,
devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu`na hitaben bir "açık mektup" yayınlamıştır. Bu
açık mektupta, komünistlerin artan faaliyetleri belirtilmekte idi. Orhun
kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri
ile birlikte örneklerini vereceğini bildiren Atsız, Orhun`un kapatılmaması
üzerine Nisan 1944`de yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev
Naili Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettın Celal`ın komünist faaliyetlerini
açıklayarak devrin Mıllı Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel`i istifaya
çağırmıştır.
Bu ikinci mektup yurt içinde büyük bir milli galeyana sebeb olmuş, başta
İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünızm aleyhinde gösteriler
yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsız`a yurdun her köşesinden mektupların,
telgrafların gelmesi Ankara`daki yetkilililerı tedirgin etmekte idi. Miliı
Eğitim camiasındaki komünistler sebebı ile kendı partisinin mensupları
tarafından dahi sığaya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk işi olarak
Atsız`ın Boğaziçi Lisesi`ndekı Edebiyat öğretmenliği gorevine son vermiştir (7
Nisan 1944 ). Orhun Dergisi ıse Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden
kapatılmıştır.
Atsız`ın ikinci mektubunda "vatan haini" dıye tavsif ettiği Sabahattin Ali`de
kışkırtılarak Atsız aleyhıne hakaret davası açmaya zorlanmıştır.
Atsız, aleyhine dava açılınca trenle Ankara`ya gitmiş ve Türkçü Gençler
tarafından daha istasyonda karşılanarak, bir otelde misafir edilmiştir.
Hakaret Davası`nın 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu gayet hadiseli
geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma
üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de devrin Halk Partisi iktidarının
ödünü patlatan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tevkif
edilmiştir.
"Sabahattin Ali - Nihal Atsız davası" olmaktan ziyade "Komünıstliğe karşı
Türkçülük davası" halini alan bu davanın 19 Mayıs 1944 törenlerınde
cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde itham eden
nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Nümaralı
Sıkıyönetım Mahkemesi`nde yargılanmaya başlamışlardır. Aralarında Zeki Velidi
Togan, Hüseyin Namık Orkun, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Saik Gökyay, İsmet Tümtürk,
Nejdet Sancar, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Said Bilğiç gibi ünıversite
profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencilerinden ibaret
sanıklar, sorguya çekme adı ile ilk önce çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan
sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. "Irkçılık-Turancılık davası"
adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart
1945 tarihinde nıhayetlenmiş ve Atsız 6.5 seneye mahküm olmuştur.
Atsız bu kararı temyiz etmiş ve Askeri Yargıtay 1 Numaralı Sıkıyönetım
Mahkemesi`nin kararini esasından bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar
tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekım 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetım Mahkemesi`nde tutuksuz olarak
başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası ( bu dava prof. Kenan Öner - Hasan Ali
Yücel davası ile tanınmıştır) 31 Mart 1947 tarihinde nıhayetlenmiş ve 29 oturum
devam eden mahkeme bütün sanıkların beraatine karar vermiştir.
Nisan 1947`den Temmuz 1949`a kadar kendisine ış verilmeyen Atsız, Ekim 1945 -
Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak
zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi`nde çalışan Atsız, Türk-Rus
savaşlarının özeti olan "Türkıye Asla Boyun Eğmeyecektir." adlı kitabını da
Sururi Ermete adlı şahşın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsız`ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahşın Bangüoğlu Milli Eğitim Bakanı
olunca, Atsız`ı 25 Temmüz 1949`da Süleymaniye Kütüphanesi`ne "uzman" olarak
tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti`nin
iktidara gelmesinden sonra Haydarpaşa Lisesi Edebiyat öğretmenliğine tayin
olmuştur (21 Eylül 1950).
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi`nde vermiş olduğu "Türkıye`nin
Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine, Cumhuriyet Gazetesi Atsız`ın aleyhine
yalan yayın yapmış, hakkında bakanlık tarafından tahkikat açılan Atsız`ın
konuşmaşının ilmi olduğu tesbit edilmiş, fakat Atsız Haydarpaşa Lisesi`ndeki
Edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak (13 Mayıs 1952)
yine Süleymaniye Kütüphanesi`ndekı vazifesine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar
Süleymaniye Kütüphanesi`nde çalışan Atsız`ın en uzun süreli memuriyeti bu
kütüphanedekı memuriyeti olmuştur.
Adalet Partisi iktidarı zamanında Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde baş gösteren
"yıkıcılık" ve "bölücülük" hareketleri hakkında, Atsız, ( Devrin cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay`ı Gaziantep`e giderken bir kişinin "ıdareciler Araplara toprak
veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık cumhurbaşkanı Sunay`ın
"Türk topraklarında yaşayan herkes Türk`tür" demesi üzerine) Ötüken`in Nisan
1967`de yayınlanan 40. sayısından itibaren "Konuşmalar I" (sayı 40), "Konuşmalar
II" (sayı 41), "Konuşmalar III" (sayı 43), "Kızıl kürtlerın yaygarası" (sayı
42), "Doğu mitinglerinde kürt devleti propagandası" (sayı 43),
"Satılmışlar-Moskof Uşakları"(sayı 48), adlı seri makalelerinde kürtçü
kömünistlerin Doğu Bölgelerimiz`de yaptıkları gizli çalışmaları açıklamış ve bu
makaleler hakkında savcılıkça tahkikat açılmıştır. Savçılığın yaptığı ilk
tahkikatta Atsız`a hiç bir şuç kondurulamamıştır. Ancak bu yazılar üzerine,
Ankara`dakı kızıl teşekküller tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış kızıl
bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi`nin bir
Diyarbakır senatörü, senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma
yapmıştır.Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçer`in Adalet Bakanı olduğu
sıralarda, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam
ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim
ilan edilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk Milleti`nin ve vatanının
birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, kömünistler ve
anarşiştler mühakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5
yıl önce dıkkati çeken Atsız mühakeme ediliyordu. Uzun duruşmalardan sonra
mahkeme Ötüken`in sahibi Atsız`ı ve sorumlusu Mustafa Kayabek`i 15`er ay hapse
mahkum etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1`lik ekseriyetle
verilen bu karar temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuş, fakat aynı
mahkeme 2-1`lik kararda ısrar edince Yargıtay hükmü tasdik etmiştir. Atsız ve
Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar fakat bu iştekleri
mahkemece kabul edilmemiş ve böylece mahkümiyet kararı kesinleşmiştir.
Krönik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için
Haydarpaşa Numune Hastanesi`nde yatan Atsız`a Haydarpaşa Numune Hastanesi
tarafından "cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiş, fakat 4
aylık bir rapor adlı tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde
kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım
1973 Çarşamba günü sabahı Atsız`ı evınden aldırarak Toptaşı Cezaevi`ne
sevketmiştir. 40 kişilik adı suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra
reviri olan Sağmalcılar Cezaevi`ne nakledilmiştir. Atsız, kesinleşen 1.5 yıllık
cezasını çekmek için hapse girince, Atsız`ın yazılarından, fikirlerinden,
eserlerinden feyz alan milliyetçi ilim adamları, üniversite mensupları, gençlik
teşekkülleri, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti , cumhurbaşkanına
başvurup Atsız için af çıkarmasını istemiştir. Atsız Hoca, suç ışlemediğini
belirterek bizzat af talep etmediği halde , cumhurbaşkanı Fahri Korütürk
yetkisini kullanarak Atsız`ın cezasını affetmiştir. 22 Ocak 1974 Salı günü
öğleden sonra saat 17'de Bayrampaşa Cezaevi`nden tahliye edilen Atsız, 1.5
yıllık cezasının 2.5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.
Atsız hiç şüphesiz ki Türk Mıllıyetçiliği`nin Zıya Gökalp`ten sonrakı en
büyük ismi olmuştur.
Fikirleri ile yaşayışını telıf eden bir karaktere ve şahsiyete sahipti.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal`ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede
şiddetli yazılar yazan" Atsız, ateşli ve keskin bir üsluba sahip olması yanında,
hususi hayatında sakin, kibar, mülayim, nüktedan ve şakacı idi. Kendisinden kaç
yaş küçük olursa olsun herkese "bey" diye hitap ederdi. Vakur davranışı ve
tevazü içinde yaşayışı ile, dimdik başı ve sağlam karakteri ile Atsız Bey, Türk
Tarihinin derinliklerinden kopup gelen bir "Türk Beyi" idi.
Hayatı boyunca Atsız ile uğraşılmıştır. Her seferinde de uğraşanlar
yenilmiştir. Mağlup olanların yerine yenilerı gelmiş, fakat ne Atsız`ı
yıldırabilmişler ne de "ülkü" sünü yenebilmişlerdir.
Atsız, hayatında bir defa, o da ölüme karşı, mağlup olmuştur. Türk
milliyetçiliğinin öncüsü olan Atsız, kuvvetlı bir Türkologdur. Türk dilini,
tarihinı ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, bılhassa Türk Tarihinin Göktürk
devrini adeta yaşamışcasına bilir ve severdi. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtlar
(Bozkurtların ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor) adı ile romanlaştırmış ve
Göktürkleri yeni nesile tanıtarak sevdirmiştir.
Deli Kurt adlı romanı Osmanlı Tarihinin ilk devrelerini romanlaştırmıştı.
Ruh Adam`dakı Selim Pusat`ın şahsiyetinde Atsız`ı görürüz.
Neşredilmemış eserlerinin içerişinde "II. Mahmut`tan günümüze kadar ki
Osmanlı Hanedanı Tarihi" nı zikredebiliriz.
Hapısten çıkmasından vefatına kadar olan devrede hazırlamakta olduğu "Türk
Tarihi" adlı eser üzerinde çalışıyordu. Küçük kardeşi Nejdet Sancar`ın ani ölümü
Atsız için çok acı bir darbe olmuş ve Atsız, Sancar`ın ölümünden sonra ancak 10
ay kadar yaşayabilmiş, bu yüzden de üzerinde çalıştığı eserlerini
bitirememiştir.
1975`in Kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenilmiş, yapılan
muayene ve testler sonucunda hasta olmadığı anlaşılmıştır.
10 Aralık 1975 gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen dokoör enfarktüs
olduğunu anlıyamamıştır. Ertesi akşam, Atsız`ı ziyaret eden yeni bir kriz,
Atsız`ı mübarek Cuma gecesi aramızdan alıp götürmüştür( 11 Aralık 1975 ).
Yarım asırdır hiç bir kuvvetin Türk Milliyetçiliği`nin burcundan indiremediği
bayraklardan birincisi olan Atsız Bey`e Kurban Bayramı dolayısıyla ziyaret
yapmak isteyenler, 13 aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı`nın ilk günü Kadıköy
Osmanağa Camii`nde son vazifelerini ifa ettiler. Kılınan ikindi namazını
müteakip Osmanağa Camii`nden Karacaahmet mezarlığında kardeşi Nejdet Sancar`ın
yanına kadar, Türkiye`nin her yerinden gelen Türkçüler, O'nü eller üzerinde
taşıdılar...
Mekanı TANRIDAĞI olsun!! |